ARİSTOTELES VE AŞIK VEYSEL’DEKİ KANT

Ali Ünal
3 min readMar 20, 2021

Düşünce tarihi bazen yanlış bir şekilde, devletler tarihine benzetilerek sonrakinin kendinden öncekini yıkıp yerine geçtiği bir yapı olarak görülür. Örneğin Descartes kartezyen felsefe ile sanki Aristoteles fiziğini bütün olarak yıkıp yerinden etmiş, onu tamamen geçersiz kılmış gibi değerlendirilebilir. Ancak gerçek düşünme etkinliği öncekini kırıp döken değil onu da içine alıp dönüştüren birikimli bir yapıdadır.

Bu sebeple farklı akımlara da dahil olsa birçok filozofun aynı düşünceyi farklı cümleler ile söylediğine sık sık şahit oluruz. Buna üç farklı kişilik üzerinden iki çarpıcı örnek verilebilir.

Kant “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” kitabında1 ahlak görüşünün meşhur üç maksimini ortaya koyar. Bunların ilki kısaca şöyledir.

“evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun”

Kant bu maksimleri ve akıl yürütmeleri ile benim çok önemli gördüğüm “ödeve uygun değil, ödevden kaynaklı” olarak özetlenen ahlak yapısına ulaşır. Önemli diyorum çünkü bu düşünce yapısı bana hep antik Yunan felsefesinin klasik çağını çağrıştırır. Aristoteles’in ontolojide aradığı hakikatin, nesnenin “ne”liğine dair yapmaya çalıştığı kusursuz tanımın ahlak alanındaki karşılığı gibi gelir bana. Kant’ta tıpkı Aristoteles gibi bir tür kusursuz ahlaki “töz” arayışındadır.

Kant bu arayışını “Ding an sich” yani “kendinde şey” kavramı ile nesnenin somut hali olan fenomeni nomen’den ayırarak bu kez varoluşsal öz olarak bir kere daha ortaya koyacaktır. Ahlaki alanda ise benzer şekilde değeri kendinden olan, “başka bir şeyden dolayı yada başka bir şey uğruna” olmayan ilkenin peşindedir hep.

Tıpkı Aristoteles gibi.

Aristoteles’te “Ruh Üzerine” kitabında2 Kant’ın birinci maksimine ve kendinde şey kavramına paralel olarak şu cümleyi kurar.

“kendi başına ya da kendinden dolayı iyi olan, başka bir şeyden dolayı ya da başka bir şey uğruna iyi olamaz ya, öyle”

Hem Aristoteles hem Kant zamana, mekana veya öznelere göre değişmeyen mutlak tanımları ve değerleri ortaya koymaya çalışır. Ancak Kant ilginç bir şekilde ahlak alanından estetiğe geçtiğinde kendine keskin bir dönemeç yaratır ve güzellik ile onun değeri üzerine ahlakın tam tersi bir bakış kurar ve şöyle der.

“Güzellik öznel kesinlik olarak nesnenin herhangi bir mükemmelliğinin düşüncesi değildir.”

ve

“Güzelden duyulan haz, bir nesne üzerindeki refleksiyona bağlı olandır”

Evrensel ve değişmez ilkelerin kaynağını nesneden kopartır ve merkeze bu sefer seyredileni değil seyredeni koyar. Bir yandan epistemolojide “kendinde şey”i kavramını kurar, diğer yandan ahlak alanında “evrensel” maksimi arar ama estetik konu olduğunda “kendinde değer”in tam tersini savunur. Onun estetiğe bakışında değer, nesnenin kendisinden değil öznenin nesne ile olan ilişkisinden kaynaklanan bir yapıdadır ve özne odaklıdır. Aristoteles’in tözü, Kant’ın evrensel maksimi tersine döner. Nesnenin güzelliği öznenin nesneye bakışı kadardır, ona biçtiği miktar kadardır.

Tıpkı Aşık Veysel gibi.

Filozofun bir tür ozan, ozanın da bir tür filozof olduğu gerçeği ile Aşık Veysel’in dizelerini okursak, içinde saklı olan Kant estetiğini de o kadar net görebiliriz.

Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Benzer düşünceleri farklı ifadeler ve bambaşka kişilikler ile birbirinden güzel anlatmak bu olsa gerek.

(1) Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. 2018, sayfa 38.

(2) Pinhan Yayınları. 2018, 406b5, sayfa 55. Çeviri: Gurur Sev

--

--